Çaycuma Anadolu Ticaret Meslek Lisesi
 
  Mevzuat Linkleri
  ATATÜRK
  ÇANAKKALE ZAFERİ VE ŞEHİTLER GÜNÜ PRG. 2010.03.18
  67 ZONGULDAK'TAN 67 FOTO
  BİLGİ YARIŞMASI
  Ziyaretci Defteri
  KADROMUZ
  ATML TANITIM
  LABORATUARLAR
  EĞİTİM ÖĞRETİM
  ETKiNLiKLER
  ÇEVRE DÜZENLEMELERİ
  OKUL İÇİ YARIŞMALAR
  TSO'DAN EĞİTİME DESTEK
  POLİSTEN TEŞEKKÜR BELGESİ
  Nasrettin Hoca'nın 800. Yılı
  GÖKGÖL MAĞARASI
  İNKILAP TARİHİ TESTLERİ
  AKILLI TAHTA
  SİTE ANKETİ
  KLİK-ZİYARETÇİ-GÖRÜNTÜLEME
  Son Dakika HABERLER
  MEZUNLARIMIZ
  OKUL BİRİNCİLERİMİZ
  Ben Özür Dilemiyorum
  KARAYEMİŞ
Ben Özür Dilemiyorum

Ermenilerden Ben Özür Dilemiyorum.

BEN ÖZÜR DİLEMİYORUM

diyorsanız, kampanyamıza destek olun 
 
 http://www.ozurdilemiyorum.net/

MOSİN-GAFLAN-ÖZÜRCÜLER ÇİZGİSİNDE BİTMEYEN HAYAL:


BÜYÜK ERMENİSTAN

Yazar: ERGUN KIRLIKOVALI


"Mosin" Nedir Bilir Misiniz?

Ermeni Taşnak çetelerinin 1893'ten sonra kullanmaya başladıkları bir Rus tüfeğidir. Dedelerimizin, ninelerimizin çok canını yakmıştır. Bir çok insanımızı, kadın, çoluk, çocuk demeden haince öldürmüstür. 2700m menzillidir. Türklerde bulunan Martin, Kapaklı, ve Berdan tipi tüfekler ise 1200m menzillidir.
 
Mosin kısadır; taşıması, kullanması, nakletmesi, öğrenmesi ve öğretmesi kolaydır. Daha sessiz atış yapar ve duman çıkarmaz. O zamanlar bizdeki tüfekler ise kocaman, hantal ve ağırdı. Üstelik çıkardığı gürültü ve duman ile askerimizin mevzisini belli ediyor ve menzil dışından Ermeni çeteler tarafından Mosinlerle avlanmasına neden oluyordu.
 
Bugünkü Türk-İran sınırındaki Derik Manastırı bölgesinde, Taşnakların yaptığı katliamdaki başarılarının sırrı iste bu Mosin tüfeklerinde saklıdır. Yirmi-yirmibeş Ermeni komitacısı, stratejik noktalarda pusuya yattıklarında, yüz kişilik bir Türk ve Kürt kuvvetini dudurabiliyorlardı. 1914 Sarıkamış'ta Taşnaklar bu şekilde Ruslara çok yardımcı olmuştu. 1915 Van isyanında da bu Mosinler onbinlerce Müslümanın canını aldı. Bir o kadarı da sakat kaldı.
 
Ermeni komitacılarının kurduğu çetelerden sadece birisi olan EDF (Ermeni Devrimcileri Federasyonu ya da daha yaygın adıyla Taşnak çeteleri) Osmanlı'dan ne istediği ve onu nasıl alacağı konularında hiç bir tereddüt içinde değildi: Batı Ermenistan (yanı Doğu Anadolumuz) isyanlarla ele geçirilecek ve bunu başarmak için de yaygın olarak örgütlenip Osmanlı ile sürekli silahlı çatışmalara girilecekti.
 
Osmanlı-Rus ve Osmanlı-İran sınırlarında tam 16 gizli noktadan ülkeye bu Mosinler sokuldu. Sadece Taşnaklar 1890-1895 arasında 13 kalkışma çıkarıldı. Hinçak, Ramgavar, Armenakan ve diğer Ermeni çetelerini unutmayın. 1895-1899 arasında bu kalkışmaların hem sayısi hem de şiddeti arttı. 1896 koca Osmanlı İmparatorluğunun başkentinde güpe gündüz Osmanlı Bankası basıldı. (Washington DC'de ABD Hazinesini güpe gündüz silahla basmaya kalksanız neler olabileceğini düşünebiliyor musunuz?)
 
Cüret o kadar artmıştı ki, artık isyan ve baskınlar Osmanlı'nın gözü önünde olabiliyordu. Serob (1891-1899 arasında 15 isyan), Gürgen (1896-1899 arasında 8 isyan), Mushegh (1890-1898 arasında 8 çatışma), Simon (nam-İ diğer "Azrayil"), Makar, Gevorg Çavuş Khan, gibi yüzlerce Taşnak çete reisi Mosinleriyle tüm Doğu Anadolu'da, ama özellikle de Kars-Van-Muş üçgeninde, Türk ve Kürtlere kan kusturuyordu. Verilen kayıplarımız çok fazlaydı.
 
1900-1914 arasında isyan ve baskın sarmalı daha da büyüdü ve vahşileşti. 1915'e gelindiğinde, Ermeni komitacıları artık koskoca Van kentini Osmanlı'nın askeri gücünden ve çoğu Müslüman halkından kanla koparmayı başaracak hale geldiler.  Mosinlerle Muhsinlerimizi, Yasinlerimizi vurup Van'ı aldılar ve Rus'a teslim ettiler.
 
Bundan sonra da GEÇYER (Geçici Yerleştirme ~ tehcir) yasası geldi. Bin yıllık beraberliği bozan bizler değildik; Mosinleriyle Taşnaklardı, Hıncaklardı, Armenakancılardı, Ramgavarcılardı, ve bunlara destek olan diğerleriydi...
 
GEÇYER, kendini bir ölüm kalım savaşı içinde bulan ve arkasından hançerlendiğini gören bir ülkenin o koşullarda alabileceği belki de en akılcı bir savaş önlemiydi. ABD'nin onyıllar sonra bile Japon Amerikalılara ve hemen sonra da Nagasaki ve Hiroşima'ya yaptıklarını hatırlayınız. İngilizlerin kendi Almanlarına, Fransızların Alsas Loren Almanlarına, Sovyetlerin Kırım Türklerine yaptıklarını hatırlayınız. GEÇYERden önce ve GEÇYER'den sonra, tüm dünyada, ve özellikle de Avrupa'da ve Batı'da, yüzlerce binlerce GEÇYER kararı ve uygulaması olduğu halde,bugün neden hep Türkiye ağızlara sakız edilmiştir diye özürcülerimize bir sormak gerekir.
 
Biz Mosin'e geri dönelim.
 
Türk Tarih Kurumunun araştırmalarına göre Ermeni komitacılarının öldürdüğü Müslüman sayısı yarım milyonu geçmektedir. Bu rakam, aynı bölgede ölen tüm Müslüman sayısı olan 1,2 milyonun içinde ve bu 1,2 milyon rakamı da tüm Birinci Dünya Savaşında ölen Müslümanların sayısı olan 3 milyonun içindedir (Justin McCarthy). İçinden şehit, gazi, ölü, yaralı çıkmayan tek Müslüman ailesi yoktur. Bu 3 milyon içinde, orantıya vurulunca görülecektir ki en büyük kayıpları Türkler vermiştir. Acılarımız bu kadar derin ve bu kadar yaygındır.
 
Görülüyor ki, Birinci Dünya Savaşında çektiğimiz acıların, verdiğimiz kayıpların önemli bir kısmı (yanı yaklaşık altıda biri) "Büyük Ermenistan" hayali peşinde koşanların acımasızca kullandığı Mosinler yüzündendir.
 http://www.ozurdilemiyorum.net/

YANITLANMAYAN TAŞNAK PROPAGANDALARI SONUNDA BİZİ BUGÜNE TAŞIDI
http://www.ozurdilemiyorum.net/

İçerde Taşnak-Mosinleri Müslümanları vururken, dışarıda Taşnak-sözcüleri bambaşka bir hava estiriyordu. Taşnakların 30 propaganda merkezinden dünyaya sürekli " fakir, açlıktan ölen, vergiden ezilen, zulümden katledilen, Hristiyan Ermeniler" mesajı ustaca geçiliyordu. Böylece Hristiyan aleminin gönül telleri titretiliyordu.
 
Erivan, Batum, Tiflis, Baku, Gençe Karabağ, Tebriz Kars, Erzurum, Van, Mus, Bitlis, Ahlat, Hatay, İskenderiye, Trabzon, istanbul, İzmir Kırım, St. Petersburg, Moskova, Sofya, Bükreş, Lefkoşa, Cenevre, Paris, Boston ve üç ayrı Kafkas kentinden dünyaya yayılan bu yalanlar maalesef hemen alıcı buluyordu, çünkü Türk'e Müslüman'a karşı zaten müthiş bir önyargı vardı.
 
Abartılı Taşnak hikayelerini dinleyenler "Türktür, Müslümandır, yapmıştır" önyargısıyla hiç sorgu sual etmeden bunları gazete ve dergilerine taşıyorlardı. Bazıları öyle inanmıştı ki, bu yalanları romantize eden, yok satan romanlar yazdı. Bunlardan biri olan Franz Werfel ölüm döşeğinde gerçekleri maalesef geç gördüğünü, yalanlara alet olup 'Musa Dağında Kırk Gün" kitabını yazdığı için pişmanlık duyduğunu yakın dostu Albert Amateau'ya söylemiş ve bir şekilde af dilemişti. Ama "büyük yalan" çoktan almış başını gitmişti.
 
Bizdeki romancılar gerçeklerin ortaya çıkmasında belki yardımcı olabilirlerdi ama onların da bir kısmı bu yalanlara sempatiyle bakmaya başladılar. Hatta bazıları bu yalanların üzerine utanmadan bir de roman yazdılar. Bugün bile böyle düşünen ve özür için imza toplamaya kalkışan bazı aydınlarımızın olduğunu üzüntüyle görmekteyiz. Onlar da Taşnak propagandalarına esir düştüler.
 
Türk'e hala kimse fikrini sormak gereğini duymuyor çünkü Ermeni yalanları artık bir kültür haline geldi. "Ermeni Hristiyandır, yalan söylemez. Türk Müslümandır, yapmıştır." anlayışı şimdi maalesef bu "özürcüler" kervanında ses buluyor.

İşte bu kampanyalar, bu yalanlar bizi bugünlere taşıdı. Biz işe, "Kan ve kin dursun, yeni kurduğumuz ülkemiz kalkınsın, barış içinde hep beraber refaha ve mutluluğa ulaşalım." gibi asil düşüncelerle hep sustuk. Konuşmadık. Cevap vermedik. Anlatmadık. Dünya kamuoyu ise "Türk sustuğuna göre herhalde suçlu" diye düşündü. Ermenilerin cüretleri arttı. Yalanlar aradan geçen zamanda dallandı, budaklandı. Öyle ki ölülerin sayıları bile ikiye, üçe, dörde, beşe katlandı. Artık kimse " 1919 Paris Barış Konferansı raporlarında 200,000 olarak gösterilen Ermeni ölü sayısı, nasıl olur da 2008 de bir buçuk milyona ulaşır? Ölüler hiç çoğalır mı?" diye sormuyordu. Mantık hislere, gerçeklerse yalanlara teslim bayrağını çekmişti.
 
O halde, Mosin, "Büyük Ermenistan" hayali ile girişilen kanlı bir kalkışmayı en iyi temsil eden semboldur. 
 
Mosin, canlarını Taşnak çeteleri ellerinde işkence ile veren yarım milyondan fazla Müslüman'in acı sonlarının da ironik bir sembolüdür.
 http://www.ozurdilemiyorum.net/
 
"GAFLAN" NEDİR BİLİR MİSİNİZ?
 
Şimdi teybi ileri saralım ve 1994 yılına gelelim. Sovyetler Birliği çökmüş ve Ermenistan daha yeni bağımsızlığını kazanmıştır. Ülkelerini imar edeceği, halkını kalkındıracağı ve vatandaşlarına refah ve mutluluk getireceği yerde, yine o "Büyük Ermenistan" hastalığı ve hayali ile yanıp tutuşan Ermeni liderler ne yapıyor? Önce Karabağ'a arkasından da Azerbaycan'ın diğer bölgelerine saldırıyor.
 
Bu sefer ellerinde Rus Mosinler yerine Rus tankları ve Rus danışmanları vardır. Azeri halkını kırıp geçirirler. Birçoğunu öldürürler. Bir milyon kadarını silah zoru ile evlerinden kaçmak zorunda bırakırlar. Propagandayı gene unutmazlar. Ama bu sefer kendimizi 'Gaflan" denen yepyeni bir olgu ile karşı karşıya buluruz. 
 
Gaflan, Ermeni askerlerinin öldürdüğü Azeri'lerin cesetlerini arkada iz bırakmasınlar diye yakıp yok eden ekiplere verilen bir addır. Hitler'in Nazileri Yahudileri canlı canlı yakıyorlardı; Gaflancılar ise henüz öldürülmüş Azerileri. Naziler diri diri yaktı ve öldürdü; Ermeniler ise önce öldürdü, sonra yaktı. O yüzden, kafaca Nazilerle Ermeni askerlerin arasında pek fazla fark olduğu söylenemez. Aradaki fark son nefestir; Naziler son nefesten önce, Gaflancılar ise son nefesten sonra yaktılar. İkisi de fırın kullandılar. İkisi de yaktılar. İkisi de özür dilemediler.
 
Bizler Gaflancıların tüm insanlıktan özür dilemesini beklerken, bir de baktık ki bizim bazı "aydınlarımız" bu Gaflancılardan özür dilemeye kalkıyorlar. Biz özürcülerimiz adına, insanlık adına utandık… 
 
Şunu da hemen hatırlatalım ki, daha Ermenistan'ın toprak talepleri henüz bitmemiştir: Azerbaycan'dan Karabağ ve Batı Azerbaycan'ı, Türkiye'den Doğu Anadolu'yu, Gürcistan'dan Javakheti bölgesini, İran'dan kuzeybatı bölgesini, ve yine Azerbaycan'dan Nahçıvan bölgesini alıp "Büyük Ermenistan"i kurmak istemektedirler.
 
Gaflan, bu bakımdan, "Büyük Ermenistan" hayalinin en korkunç ve güncel sembolü haline gelmiştir.
 
Böylece Mosin'den Gaflan'a uzanan bu trajik çizgide, "Büyük Ermenistan" kurma ihtirasının hiç bir zaman sönmediğini, tam aksine, tekrar parladığını üzülerek gözlemlemekteyiz.
 
 
TÜRK ÖZÜRCÜLER İŞTE BU MOSİN-GAFLAN ZİNCİRİNİN SON HALKASIDIR

 
Bilerek ya da bilmeyerek, bazı Türk aydınları, garip bir yaklaşımla Ermenilerden özür dilemek için imza toplamaya kalkmaktadırlar. Düşünce ve ifade hürriyeti var; isteyen istediğinden herhangi bir nedenle özür dileyebilir.  Ama şehitlerimizi, ölülerimizi yok sayarak, yukarıda açıkladığımız bu Mosin-Gaflan çizgisine hizmet ettiklerini göremeyerek, ya da önemsemeyerek, ve hepimizi ima ederek özür dileyemezler.
 
Yarın dünya basını "Türkiye'de bazı aydınlar özür diledi" yerine "Türkiye'de aydınlar özür diledi" gibi yanlış başlıklar atarlar ve kamuoyunu yanıltırlarsa, bu yalanların vicdanı sorumlusu bu imzacılar olur ki bu sorumluluktan yaşamları boyunca kaçamazlar (Aynı Franz Werfel'in ölüm döşeğinde yaptığı yanlışlıklar için özür dilemesi gibi.)
 
Mesele, Birinci Dünya Savaşı nedeniyle tüm ölülerden, tüm acı çeken insanlardan, kadın-erkek, yaşlı-genç, çoluk, çocuk, din, dil, milliyet, bölge ayırmadan özür dilemekse, bunda hiçbir sorun görmeyiz. Biz de böyle hümanist bir yaklaşıma veya açılıma imzalarımızı koyarız. 
 
 Ama amaç Türkiye'mizin elini zorlamak, dünya kamuoyu önünde Türkiye'mizi zor duruma sokmak,ve bu şekilde Mosin-Gaflan çizgizine hizmet etmekse, böyle bir şeyi kabul etmemiz asla mümkün olamaz.
 
İlle de özür dilemek istiyorlarsa, bu aydınlarımız kendi adlarına özür dileyebilirler. Örneğin, Türkiye'mizi dünya kamuoyu önünde sürekli hedef tahtasına çevirdikleri için, Türkiye'mize yardım ve hizmetleri dokunmadığı için, katma değer üretemedikleri, ya da tarihimizin mirasını har vurup harman savurdukları için, tüm Türkiye'den de özür dileyebilirler. 
 
 Ama en uygunu, Mosinlerin vurduğu Muhsin'lerden, Gaflanların yaktığı Aslan'lardan özür dilemeleri olur…

BEN DE ÖZÜR DİLEMİYORUM DİYORSANIZ, KAMPANYAMIZA DESTEK OLUN! 
 http://www.ozurdilemiyorum.net/




Goriller ve Melekler
PROF. DR. TÜRKKAYA ATAÖV
http://www.ozurdilemiyorum.net/

Britanya eski başbakanlarından Benjamin Disraeli (1804-81) Avam Kamarasında şöyle bir soru sormuş: “İnsan goril midir, melek mi?” Şu “Ermenilerden özür” açıklamasını imzalayanlara göre, anlaşılan kimi insan gorildir, kimileri de melek! Bu ayrımda hangileri melek? Onlara göre, sanırım, Ermeniler...Ya Türkler? Bunun yanıtını da A.W. Williams adlı bir Amerikan Protestan din yayıcısıyla M.S. Gabriel adında New Yorklu bir Ermeni görevlisi 1896’da Şikago’da yayımladıkları ortak kitaplarında vermişler. Diyorlar ki: “Türk kafese konması gereken vahşi bir hayvandır...Onu anlatmak için köpekler, çakallar...ve benzeri hayvanların adlarını kullanırken bu hayvanlardan özür dileriz.”

Ermeni yazarları ve yandaşları da yayınlarında genelde böyle bir ayrım yaparlar. Önce, Ermeni erkekleri bir yanağına vurunca ötekini çeviren İsa’nın aynasıdırlar. Zaten, tüm Hıristiyanlar öyle değil mi? İnanmayan Asyalılara, Afrikalılara sorsun! Ermeni kadınlarının birer iffet örneği olduğunu gene onların bir yayını şöyle anlatır: Türklerin ellerine düşmemek için tümü kucaklarında çocukları, ağızlarında ilâhiler ve gözlerinin önünde Tanrı-Oğul İsa-Ruh-ul Kudüs’ün üçlü simgesi kendilerini, aradaki vadi dolana değin, art arda önlerindeki uçuruma bırakmışlardır. Ne var ki, Amerikalı bayan ozan Hemans’ın (Türklerle ilgili olmayan) bir dizesi de aynen böyle. Anlaşılan, ozanın senaryosunu beğenen biri Türklerle Ermenileri başoyuncular yapıp sahneyi değiştirmiş. Ama uçuruma atlayan kadınlar imgesi gene de dinleyeni ve okuyanı etkiliyor.

Birkaç yıl önce, Purdue Üniversitesinden Robert Melson diye biriyle aynı dinleyici karşısında bu konuda konuşmuştuk. 1915 yılının Osmanlı Ermenilerini zayıf, korumasız, yoksul, iyi yürekli, barışçı ve ensesine vur lokmayı ağızlarından al türünden (yaşlı ve çocuk ağırlıklı) siviller diye tanımlamıştı. Osmanlı ordusunu da karnı tok, sırtı pek, eksiksiz donanımlı ve toplu-tüfekli tümenler olarak göstermiş, güçlünün zayıfın üstüne durup dururken ve bütün ağırlığıyla çöktüğünü söylemişti. Emperyalist dünyada daha ağır basan görüş budur. Ancak, her Ermeni yanlısı da böylesine bir düşsel çelişki görünümü çizmez. Genç Ermeni yardımcısının ona aktardığı yorumlarla Ermeniler yararına tek yanlı iki kitap yayınlamış olan İngiliz David Marshall Lang bir yerde “onlara tam anlamıyla melek de denemez” biçiminde bir tümce ekler. Ama Ermenileri dünya uygarlığının kaynağı gösteren kitabında yalnız bir tek tümcecik; o kadar. Öte yandan, Alman generali Liman von Sanders Türkiye’ye yollanıp Osmanlı birliklerini denetlediğinde ayaklarında çarıkları bile olmayan alaylarımıza yakından bakıp “bu ordu savaşamaz” diye kestirip atar. Ama birçok Ermeni ve yandaşlarının yayınları “melek Ermeniler” ana konusunu sürdürür. Gene onlara göre, Türkler de tam karşıtıdır.

“Özür açıklaması”nı imzalayanların da bu yorumlara temelde katıldıkları anlaşılıyor. Ama bu imza sahiplerinin bu konuda kesin kararlı olmaya hak kazanabilmeleri için çok daha fazla bilgi sahibi olmaları gerekmektedir. Her birinin bu kümeye hangi düşünceyle katıldığını bilemeyiz. Belki içlerinde kendilerini sıradan Türkten ne denli farklı olduklarını gösterme, böylece insancıl ve uygar, çağdaş ve hoşgörülü, acımalı ve öz eleştiri sahibi, kısaca Avrupa çapında seçkin aydın olduklarını kanıtlamak isteyenler ya da dostunu ve iş arkadaşını kıramayanlar vardır.

Ne var ki, tarih böyle incelenmiyor ve yazılmıyor. Bu konuda başka yorumları gerekli kılan belgeler, bilgiler ve hem eski hem yeni çok sayıda yayımlanmış ciddi araştırmalar bulunuyor. Dahası, sorumlu Ermenilerin Türklerle nasıl savaştıklarını ve onların yok edilmelerine ne denli destek verdiklerini anlatan anılar, incelemeler, kitaplar ve dizi yazıları var. Bunları gereği gibi görmeden ve okumadan kesin kararlar vermek olanaksız. Havadaki bulutlar üstüne bir şato kurma düşü görenlerin mimarlık kurallarına bağlı kalmalarına gerek yok, ama tarih rasgele öykü uydurmağa elvermez. Diyeceksiniz ki, dinleyenler sağırsa, musiki dinletmeğe çalışmanın ne yararı var?
Ama gene de, tarih yöntemini anımsatmak zorundayız. Bu konunun incelenmesinde Osmanlı belgelerinin çok önemi var. Nedeni şu: Sorulan soru 1915 dolaylarında Osmanlı devletinin siyasetinin ne olduğu ise, bunun yanıtı ve kanıtları bizim zengin belgeliklerimizden çıkar. “Osmanlı arşivleri” diye bilinen hazinenin kapsamına ilişkin ben de yayın yaptım, başkaları da. Ayrıntısına burada giremem; bu ancak bir kitap konusu olabilir. Hangi kentlerde nelerin olduğunu ve kaç bin dosya ya da kaç yüz cildin nerelerde bulunabileceğini belirttik ve Ermeni sorunuyla ilgili birçok gerçek ve güvenilir belgenin filmini dünyanın önde gelen kitaplıkları ile bilimsel araştırma kurumlarına yıllar önce armağan ettik. Bu imzacıların bir bölüğünün o geçmiş yıllarda çocuk olduğunu düşünelim. Ama Sezar ya da Napolyon’u öğrenmek için kitaplıklara gidiyorlarsa, Ermeni sorununa da kapsamlı biçimde eğilmek için bunca kaynağı elden geçirmeleri gerekmez miydi?  Benim iki yanı camla kaplanmış yüzlerce film karesini ağır bavullar içinde Cenevre, Brüksel ve Strasburg gibi yerlerde katıldığım toplantılara bunca yıl taşımış olmaktan doğan rahatsızlıklarım bugün de sürüyor.         

Bu ilk elden kaynakların okunmasının yıllar alan bir uzmanlık ve bir takım çalışması işi olduğunu bilenlerdenim. Bunlar da zamanında yapılmış, birçok ilgili belge günümüz Türkçesi ve alfabesiyle de cilt cilt yayımlanmıştır. Bunların önemlilerini yabancılar için ben de yayımladım. Özür açıklamasını imzalayanlar bunlardan yeterli sayıda hangilerini gördüler ve okudular? Dört Ermeni teröristinin Fransız başkentindeki başkonsolosluğumuzu basarak içindekileri rehine alması, bir Türkü öldürüp başka bir Türkü de yaralaması nedeniyle açılan 1984 Paris davasına (o devletin hukukuna göre) “uzman tanık” olarak tek başıma katıldığımda, terörist avukatlarından eski Paris Belediye Başkanı konuşmam sırasında sözümü keserek “belgeliklerinizi açın, kanıtlar ortaya çıksın” diye bağırmıştı. Dosyamdan birkaç belge çıkardığımda, bunlar onun görüşlerine ters düştüğünden hiç ilgilenmedi. Ne var ki, tarih belgelere göre inceleniyor, baskı örgütlerinin, terörist eylemcilerin ve emperyalist çevrelerin isteklerine göre değil.

Öte yandan, özür açıklamasını imzalayanlar bu konuya eski kuşaklardan ve çağımızda eğilen ve bizi bütünüyle ya da önemli ölçüde haklı gören tarihçi ya da yazarlardan William L. Langer, Lord Warkworth, Sidney Whitman, Louis Rambert, A.G. Hume-Beaman, Sir Edward Pears, M.A. Ubicini, Leon Arpée, C.F. Dickson-Johnson, Stanford J. Shaw, Justin McCarthy, Heath W. Lowry, Bernard Lewis, Robert F. Zeidner, Erich Feigl, Pierre A. Moser, Guenter Lewy, Samuel A. Weems, Edward J. Erickson ve benzerlerinin kitaplarının ya da yazılarının hangilerini okudular? Ben tüm bu kaynaklara yıllardır yeri geldikçe göndermeler yaptım.
Dahası, sorumlu Ermenilerin kendi yazdıkları, yani kendi kalemleriyle ya anı ya da savaş tarihçisi görünümünde değerlendirmeler olarak, “itirafları” var. Önce, belirtmeliyim ki, birçok yabancı kaynağın da gösterdiği gibi, Amerikan Ermenisi K.S. Papazian da Ermenilerin Doğu Anadolu’da hiçbir yerde çoğunluğu oluşturmadıkları gerçeğinin yalnız Osmanlı değil, bütün başka ülkeler belgeliklerindeki sayılamalarla da saptanmış olduğunu doğru olarak yazmaktadır. Özür açıklamasını imzalamış olanlar bu kitabı ya da benim üç dilde yaptığım özet yayınımı gördüler mi?

Ermeniler 1924’de Amerika’da yaptıkları bir kitap yayınında “200.000 kişilik” ordular kurduklarını yazıyor. 1926’da çıkan ikinci bir yayın da bu sayıyı “200.000’den fazla” olarak gösteriyor. Bu kalabalık Ermeni güçlerine Garo Pastırmacıyan ve Antranik Ozanyan gibi kişiler general rütbesiyle kumanda ettiler. Onların anı ya da değerlendirme kitapları, yaptıkları açıklamalar ve onlarla yapılan yayımlanmış söyleşiler var. Özür açıklamasını imzalayanlar bu yayınları gördüler mi? Bendeki nüshaları biraz şaşırarak okumuştum. Örneğin, Pastırmacıyan Birinci Dünya Savaşında İngiliz-Fransız cephesinin zaferini Ermenilerin Kafkasya, Doğu Anadolu, Süveyş, Sina Yarımadası, Kudüs ve Suriye cephelerinde Türklere karşı savaşmış olmalarına bağlıyor. Toplam 200.000’lik ordularla bu denli çok cephede bir hayli Türk öldürmüş olmalılar. Kendi kitaplarında da bunu açık ya da kapalı biçimde söylemiyorlar mı?  
Bu katkıdan ötürü Rus Çarı İkinci Nikola, Kafkasya’daki Rus Ermenisi generaller, İngiliz ve Fransız başbakanları ve o yıllardaki Britanya Uluslar Topluluğu ileri gelenleriyle E.H.H. Allenby gibi komutanları Ermenilere teşekkür etmişler ve “200.000’den fazla askerle” verdikleri desteği övmüşlerdir. Bu sayılar ve övgüler gerçektir ve tümü Ermeni yayınlarının içindedir. Bu yayınlar benim kitaplığımda vardır. Özür açıklamasını imzalayanlar bunları acaba gördüler mi? Ya çeşitli illerimizde Ermenilerin döktükleri kana ilişkin çok sayıda kitabı. Ermeniler melek de, yüz binlerce Türk ölüsü onların gözünde sinek mi?  

Ermeniler 1914-22 arasındaki sekiz yıl içinde bir düzineden fazla savaşa katıldılar, bu çatışmalarda öldürdüler ve öldüler. Bunların içinde Ruslarla Kafkasya ve Doğu Anadolu’da, İngilizlerle Süveyş’ten Suriye’ye değin tüm cephelerde ve Fransızlarla Adana ve çevresinde savaşları vardır. Çok sayıda Azeri ve Gürcü de öldürdüler; karşılığında vuruldular da. Hattâ, “komünist” ve “burjuva” diye iki kümeye ayrılıp birbirilerinin kanına da girdiler. Bunların hesabını da mı biz vereceğiz? Batı Anadolu’daki kimi Ermeniler işgâlci Yunanlılarla bile işbirliği yaptılar. İzmir’in Avusturyalı yangın söndürme örgütü yöneticisi Paul Grescovich ile Yakın Doğu Yardım Kuruluşu temsilcisi Mark O. Prentiss’in saptamalarına göre, Ege’nin bu kentini 14 Eylül 1922’de yakanlar da Rumlardan ve Yunanlılardan destek alan Ermenilerdir. Özür imzacıları bu konuda yaptığım yayınları görmediler mi?
Neden oldukları kan dökümünün ilk önemli olayı, önemli bir İngiliz kaynağına göre, “Türkler henüz seferberlik hazırlıkları içindeyken, Ermenilerin doğuda Ermeni olmayan 120.000 kişiyi boğazlamalarıdır.” İngiliz kaynağı “öldürme” sözcüğü yerine mezbahada hayvan keser gibi, daha sert bir anlatım olan “boğazlama” sözcüğünü kullanmaktadır. Bu tümce 2003 yılında yayımlanan İngiliz kaynağındadır. Aynı kaynak Nisan 1915’de Van’daki silâhlı Ermenilerin Türk ve öteki Müslüman mahallelerini basarak orada oturanları öldürdüklerini ya da göçe zorladıklarını ve Van kentini Osmanlı devletinden ayırarak geçici bir yönetim kurduklarını ve 1917’den sonra da 50.000 kişi daha öldürdüklerini ekliyor. Stephen Pope ile Elizabeth-Anne Wheal’in askerî başyapıtlar arasında çıkan bu ortak kitapları kana bulaşmış Ermenilerin yerlerinin değiştirilmeden önceki bu eylemleri üstünde durmaktadır. Bu belgeyi ben Türkçe bastırdığım bir kitabımda da, New York’ta İngilizce olarak yayımlanan başka bir kitabımda da gereği gibi kullandım. Özür açıklamasını imzalayanların doğrudan bu kitaptan ya da benim aktarmamdan haberleri var mı?

Özür açıklamasına imza koymuş olanlar bu kaynakları neden elden geçirmediler? Geçirdilerse, bu kanıtları niçin dengeli biçimde değerlendirmiyorlar? Bu imzalar üstüne düşünen birçok yurttaş yapanların ipliğinin artık ama adam akıllı pazara çıkmış olduğunu “Mustafa” filmi gibi adımlar arasında bağlantılar kurarak Cumhuriyete, devrimcilere, eşsiz Mustafa Kemâl Atatürk’e saldırıların ve dış destekli Ermeni ve PKK isteklerinin ardında ulusumuzun kendine güvenini ve giderek tüm varlığını ortadan kaldırma tasarısının varlığını görüyor. Atatürk, onun halk yararına devrimleri ve ulusa kendine güven duygusu vermesi kendinin putlaşması değil, halkın kendi gözünde de kimliğini bulmasıdır. Ulusu “Ne mutlu Türküm diyene!” yüceltmesinden “biz özür dilememiz gereken bir halkız” düzeyine düşürmek bunu yapanlar için bebeklik aşamasından ileriye geçememektir. Büyük Atatürk ulusun ve bireylerin kimlik kazanmasında vazgeçilmez bir anıt, bir ülkü kaynağı ve ileri atılım önderidir. Bu bağlamda, görevli subaylarımızın katıldıkları uluslararası toplantılarda sınırlarımızı da çiğneyen yeni Orta Doğu haritalarının dağıtılmasından kentlerimizde ayaklanma sınamalarına, ulusun önderi olan kişinin karalanmasından kadınların çarşafa hapsolmalarına, eğitimin Orta Çağ düşünüşüne geri çekilmesi saldırılarından ulusal dilimiz Türkçenin bile göz ardı edilmesine değin, tüm bu gericilik ve işbirliği oyunlarını “demokrasinin gereği” gibi sunmak kendimizi yadsımada sorumsuzluğun doruğudur.

Düşten kurtulmanın yolu uyanmaktır! Türk devrimcisi ve aydınına yaraşan olgunluk ölçüsü hangi köprünün aşılacağına ve hangisinin yıkılması gerektiğine karar vermesini öğrenmektir. Yönümüzü yanımızdan geçenlere göre değil, inancımızın parlayan yıldızlarına göre saptamak zorundayız. Evde beslediği köpeğin kendine hayran olduğunu gören kişi bu hayranlığı kendinin yetkin olduğunun kanıtı sayamayacağı gibi, sırtında başkasını taşımağa razı olan da bunu ancak eğilince yapabileceğini bilmelidir. Kesin seçeneklerle karşı karşıyayız. Önemli olan dört yol ağzında nerede durduğumuz ve hangi yöne gitmemiz gerektiğini görmektir. Özür imzacılarının yanlış yolda olduklarından kuşku duymuyorum.





Özrü kabahatinden büyük!
PROF. DR. TÜRKKAYA ATAÖV
http://www.ozurdilemiyorum.net/

Ermenilerden özür dileme açıklamasını imzalayanlar var. “Af dileme erdemdir” diyen de oldu. Alçak gönüllülük gösterimi insan doğasında var. Kaba biri bana “küt” diye çarptığında, “özür dilerim” sözü ağzımdan kendiliğinden dökülüyor. Yobaz-işbirlikçi-ayrılıkçı bir faşist özentinin ağır basmakta olduğu ortamdayız. Bunlardan ayrı durmak isteyenler de kendilerine ve dış dünyaya “biz birey olarak demokrat, insancıl, uygar, çağdaş, gerçek Batılı, ileri aydınlarız; onlardan değiliz” demek isteyebilirler. Kimi tanışını, dostunu, Ermeni komşusunu kıramayarak imza koyabilir. Kendini tanıtma, değişik görünme gibi bambaşka örgeler de olacaktır. Her birindeki itici nedene ayrı ayrı bakmak olanaksız. Ancak, önemli bir bölümünün de, tarih bildiğinden ya da Ermeni duygudaşlığından ötürü değil, Cumhuriyete karşı olması nedeniyle katıldığı söylenmezse ve bu tavırların başka oluşumlarla koşutluğu görmezden gelinirse, büyük eksiklik olur.

Ne var ki, tarih eş-dost hatırı, bireyin hoşgörülü görünmesi ya da ABD ve AB sorumluları önünde temize çıkma kaygılarıyla yazılmıyor. Konu Ermeni-Türk ilişkileriyse, bu ikisinin belgelikleri başta olmak üzere, ilgili ve belli başlı devletlerin yayımlanmış ya da basılmamış belge hazineleri var. Kitaplar, kitapçıklar, süreli yayınlar, gazeteler, bilimsel araştırmalar, yıllıklar, doktora ve yüksek lisans tezleri, yazanaklar, toplantılar, açık oturumlar, sempozyumlar, bildiriler, tutanaklar, anılar, albümler, resimler ve benzerleri kitaplıkları doldurur. Birçoğu yayımlandı da. Örneğin, ben kendi adımla Türkiye’de ve yurt dışında, Türkçe dahil, değişik dillerde,  seksen kitap ve kitapçık yayınladım. Bu konuda ilk küçük kaynakçayı otuz yıl önce çıkarmıştım. Şimdi Dr. Erdal İlter’in 300 sayfalık ayrıntılı kaynakçası var.

Sayısı yüz milyonu bulan Osmanlı belgelerini bir yana koyalım. Özür dileme açıklamasına imza koyanlardan 200.000 dosyalık Bab-ı Ali Evrak Odasına, 224 cilt Meclis-i Vükelâ Mazbatalarına, 46 ciltlik İradat-ı Seniye Müsveddatına, Yıldız Sarayı belgelerine, her ilin sâlnamelerine, Mesail-i Mühimme  ve Gayri Müslim Cemaatlerine Ait Defterlere ve Nazım Paşa vukuatı, Mehmet Mansur Efendi yazanağı, Vali Hakkı Paşa buyrukları ya da Uras incelemesi benzeri yüzlerce ve binlerce ilk elden belgelere bakmış olmalarını beklemiyorum. Bunları renkli filmler olarak önde gelen dünya kitaplıkları ve konuyla ilgili en önemli araştırma merkezlerine yıllar önce armağan etmiştik. Genel Kurmay Başkanlığı bunları kimi yabancı dillere, bu arada günümüz Türkçesine de çevirerek cilt cilt yayımladı. Bu aydınlatıcı çalışmaları da bir kalemde geçelim.

Bize büyük ölçüde hak veren eski ve yeni kuşak yabancılardan ünlü Langer, Hamlin, Whitman, Rambert, Eliot, Ubicini, Arpée, Shaw, McCarthy, Lewis, Levy, Zeidner, Weems, Erickson  ve benzerlerinin yazdıklarını da bir yana koyalım.

Ama, gelin görün ki, sorumlu konumdaki Ermenilerin kendi yazdıkları var; hem de hiçbir duraksamaya yol açmayacak biçimde. Ermeniler silâhsız, savunmasız, barışçı, zayıf, sahipsiz, suçsuz çoluk-çocuktan oluşan ve dudaklarında ilâhilerle ölüme koşan örnek Hıristiyan sivilleriydiler, öyle mi? Ama kendileri bile öyle demiyorlar ki! Önce, Anadolu yöresini ve Daşnak terör örgütünün akıttığı kanı iyi bilen Amerikan Ermenisi K.S. Papazian’ın benim sık göndermeler yaptığım kitabında dediği gibi, Ermeniler Anadolu’da, kimilerinin Batı Ermenistan demek istedikleri altı il de dahil olmak üzere, hiçbir yerde çoğunlukta değildiler. Değişen çağa ve koşullara göre, Rus, İngiliz, Fransız ve Amerikan din yayıcıları, gizli görevlileri, silâhları ve paralarıyla başkaldırdılar, zararlar verdiler ve öldürdüler. Sandıklarla silâh, cephane, hattâ büyük kilise mumu biçiminde top namluları ya yakalandı ya da Ermenilerin ellerine sızdı. Kiliselerde, yabancı okullarda ve banka kasalarında patlayıcılar saklandı. Ermeni yazar L. Nalbantian’ın doktora tezindeki terörizm değerlendirmelerini okumakta yarar var.

Nisan 1915 başında Van’da yaşanan silâhlı ayaklanma bu kenti devletten ayırdı ve orada Ermeni önderliği ve Rus desteğinde yönetim kurdu. Komutanlarından G. Pastırmacıyan Amerika’da basılan bir kitabının başlığını Ermenilerin savaşa katılımını “Müttefik kümesinin kazanmasında belirleyici neden” olarak sunuyordu. General Antranik gibi öteki Ermeni komutanların yazdıkları ve açıklamaları hep nasıl Türkleri yok etmeğe yönelik olduklarını anlatır. Ermeniler bir düzine savaşa katılıp karşılarındakileri öldürmediler mi? Salgın hastalıklar Anadolu’yu silip süpürürken onlardan da can almadı mı? 1924’de Amerika’daki bir yayınları Ermenilerin Türklere karşı Kafkasya, Doğu Anadolu, Süveyş, Sina, Kudüs ve Suriye cephelerinde “200.000’lik ordularla”, 1926’daki benzer bir yayın da “200.000’den fazla” silâhlı kuvvetle çarpıştıklarını yazar. Bu yayınlar bende var ve bu bilgilerle belgeleri kaç yıldır yapmakta olduğum Türkçe ve yabancı dillerdeki kitapların içine koyarak okuyucuya sunmayı araştırma ve gerçekçilik görevim bildim.

1914-18 arası Ermeni savaşlarını anlatan A.P. Hacobian ve Ermenilerin doğuda Kafkas cephesindeki askerî eylemlerini anlatan Ermeni General G. Gorgarian “özür açıklaması”na imza koyanların dikkate almadıkları kanıtları kendi kalemleriyle sergilemektedirler. Ben bu Ermeni kaynaklarına da kendi yayınlarımda göndermeler yaptım. Birinci Dünya Savaşının yenginlerinin önderleri olan D. Lloyd George ve G. Clemenceau gibi başbakanlar, General E.H.H. Allenby gibi Ermenilere komuta etmiş ön sıradaki yüksek rütbeli askerler ve siyasal kararların önemli yerlerinde bulunan A.J. Balfour, R, Cecil ve  J, Bryce gibi kişiler, Ermenilerin kendilerinin kabul ettikleri gibi, “200,000’den fazla” silâhlı kişiyi Türklere karşı savaşa sürdüklerini yinelemiş ve kendilerine teşekkür etmişlerdir. 1917 Bolşevik Devrimine değin, bu kutlamalara Rus Çarı İkinci Nikola ile Kafkasya’daki Rus generalleri de katılıyorlardı. Bu bilgileri, Türkçe kitaplarım da dahil, çok sayıda okuyucuya ulaşan yayınlarıma gereği gibi aktardım. Başkalarının da yayınları var.

Bu arada, 2003’de basılan önemli bir İngiliz kitabının “Osmanlılar seferberlik hazırlığı içindeyken, Ermenilerin doğuda 120,000 kişiyi boğazladıklarını” belirttiğini de yazdım. İngiliz kaynağı “öldürdüler” dememekte, sanki hayvan kesilen mezbahadan söz eder gibi “boğazladılar” demektedir. Gene aynı kaynak Van’da silâhla başkaldırıp Türk ve Müslüman mahallelerini bastıklarını, kenti devletten ayırıp başa geçtiklerini ve daha sonra da bir 50.000 kişi daha yok ettiklerini yazmaktadır. Bunun belgelerini de yayınladım. Ya Japonlar ABD’nde aynı şeyi yapsaydı, neler olurdu?
 
Özür açıklamasına imza koyanlar bu kaynakları bilmiyorlar mı? Bilmiyorlarsa, bu bilgiçlik gösterisinin kaynağı ne? Biliyorlarsa neden? Bunda toplumun değerlerinin eksileceğini hesaba katmıyorlar mı? M. Kemal Atatürk’e ve devrimlere karşı takınılan yeni tavırlarda da toplumun değerlerini teker teker eksiltme çabası yok mu? “Ne mutlu Türküm diyene” değerlendirmesiyle topluma güven kazandırmak yerine, bu koca ulus bir kinle bezenmiş aşağılık duygusu örgüsü kıskaçına mı alınmak isteniyor? 1914-18 Savaşında bunca Türk öldürülmedi mi? Ya 1821-1922 arası Balkan, Kafkas ve Kırım Türklerinin başına gelenler? Bunlara hiçbirine neden bir gönderme bile yok? Benim TBMM adına ayrı ayrı Türkçe ve İngilizce hazırladığım iki kitabımın başına şöyle bir not koymuştum: “Bu kitaba konu olan ve Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde meydana gelen isyan ve çatışmalarda yaşamını yitiren asker ve masum insanlarla, yıllar sonra teröristlerce şehit edilen Türk diplomatlarının anısına...” O dönem benim de her yurt dışına çıkışımda saklanmak zorunda kaldığım yıllardı. ASALA şubelerinde resmim asılıydı. Kim kimden özür dilemeli?
http://www.ozurdilemiyorum.net/

UNUTMAYIN-UNUTTURMAYIN
              ERMENİLERCE ŞEHİT EDİLEN               DİPLOMATLARIMIZ



 
Bugün 13 ziyaretçikişi burdaydı!
SİTE ANKETİ  
  Daha hiç anket oluşturulmamış!


 
ATATÜRK KÖŞESİ  
 
src -k12/a2.jpg
ATAM

GÜNÜN TARİHİ Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol