Çaycuma Anadolu Ticaret Meslek Lisesi
11-A sınıfı öğrencilerinden
bir gurup gezdi.
Çaycuma’nın Tarihi
Ve
Doğal güzellikleri
Çaycuma demek güzellik demek. Çaycuma demek yeşillik demek. Çaycuma demek tarih demektir.
Bu güzelliklerin bilinmesi, tanınması ve tanıtılması ise ayrıca bir külfet demektir.
Tarihi zenginlik Anadolu’nun olumlu kaçınılmazıdır. Öyle ülkeler vardır ki düşen bir bombanın düştüğü yeri “O bomba buraya düştü “ diye sözde tarihi geziler düzenleyip basit bir olayı kazanca dönüştürmektedirler.
Bizde; başka kazanca dönüştürme mi gelişmiş ne? Yeraltındaki zenginlikleri çıkarma. Kazma ve kürek çalışma. Bulup gizlice bir yerlerde şahsen değerlendirme !?
Binlerce yıllık bir tarih orada uzanmış yatıyor. Gelen geçen de aldırmadan geçip şuursuzca bakıyor. Bir basit olaydan kazanç elde edenlere göre gafletimiz nasıl ortada duruyor. Ne söylesek az. Ne kadar çırpınsak yetersiz.
Yeşil Çaycuma’nın sahiline uzanmış, Cenevizlilerden Romalılardan ve Bizanslılardan bu güne kalmış bir zengin mirasın gereğince değerlendirememenin kaybı nelerdir? Tabi ki hadsiz hudutsuz.
Anlatılanları duyup dinleyen ve değerlendirmesini yapan gençler, hem bahar havası almak, öğretim yılının stresini atmak, deniz havasını erken teneffüs etmek için söyle bir Filyos Sahillerine uzanan birkaç öğrenci. Hem tarihi soludular. Hem o tarihin gizemli sayfalarında derin hayallere dalarak bir nebze düşüncelerini geçmişte seyahat ettirdiler. Her birinin düşüncelerinde ne maceralar raksetti bilinmez.
Bu gezinin amaçlarından biri de günü içinde öğleye bir de piknik vardı. Kalenin sahile ve şehre hakim bir tepenin üzerinde kurulmuş olması denizin esintisi ciğerlerinin taa derinliklerinde dans ederken tarihe de değişmez notlar düşmeye devam ediyorlardı. Günün tarihini sabitleyip zamanı dondurmaya tüm hızıyla devam ettiler. Yüzlerce tarih ve kişisel fotoğraflar. Kim bilir 50 yıl sonra bu fotoğraflar kimlerde neler düşündürecek. Ne bilinmez duyguları canlandıracaktır hayali bile ne mümkün.
Kaleyi sanki 2-3 bin yıl önce yapanlar gibi ince ince ölçtüler, biçtiler ve gezdiler. Sanki yeniden yapacaklar. Yeniden kullanıp değerlendirecekler. Keşke yapabilseler.
Kaleye bakan diğer tepenin yanındayız. Aktörleri kaledekilere seslenenler gibi. Bir tiyatro eserini seslendiriyormuşçasına nutuklar attılar. Bence kaleye değil bu nadide eseri bu halde bırakan ve değerini bilmeyenlere tiyatro eseri yazmak ve burada canlandırmak gerekir. Ayakta kalmış Karadeniz Bölgesinin tek açık hava tiyatrosu. Yani anfi teatrosu. Bu antik tiyatro bu belde için altın değerinde. Neden bilinmez. Bunun üzerine kimler topraklar döktü. Bu altın yumurtlayan tavuğu kimler kesti. Yoksa Nasrettin Hocanın dalı kesen kıssasından ders alan bir aklıselim buralarda yaşamadı mı?
Kim bilir bu sahnelerde neler dillendirildi. Bu sanatı devam ettirilmeyenlere neler söylendi. İnanıyorum ki çok şeyler söylenmiş olması lazım.
Bu antik şehrin bir de pazaryeri olması gerek. Varda. Hem de öyle bir Pazaryeri. Üzerinde fasulye, pırasa, biber patlıcan, domates, bezelye bakla tarımı yapılıyor. Sit alanı tapulanmış. Kim bu işin değerini bilmeyenler. Anadolu’da benzeri olmayan ve yeraltı sıcak suları ile ısıtılan özel sistemi bulunan nadide şaheser. Öbür tarafta üzerinde kazma ve kürekle tarihin bağrını kazım kazım kazanlar.
Sahilde bir şehir var. Hem de ne şehir. Çok uzaklardan kemerlerle sular getirilmiş. Tuğlalar pişirilip devasa su kemerleri ile şehir susuz bırakılmamış. Bir tespit daha yapalım. Bu tuğlalar için. Sit alanını n üzerine 1949 da Ateş Tuğla fabrikasının kurulmasının sebebi bu su kemerinin tuğlaları sanırım. Onlardan yeniden üretmek için bu fabrikayı yakınına kurdular anlaşılan.
Her neyse su demiştik. Tatlı su. Deniz suyuna 50 metre, sen de 100 metre. Bir şehir kurulmuş ki. İfade edilmez. 1000 yıl da geçse toprağın altında, ben buradayım diyor, haykırıyor. Anadolu’nun en büyük hamamı burada yatıyor desek ne dersiniz. Böyle bir hamamın Anadolu’da benzeri yok. Alttan ısıtmalı. Beni ortaya çıkarın diye çırpınıyor. Ben bu gizemli yerde yok olmayayım. Daha nice binalar evler vs.
Bu şehrin bir de ibadethanesi olması gerekmez mi? Tabi ki gerekir. Duvarları ayakta kalan belki tek binası. Kiliseden dört duvar kalıntısı. Üzerinde bir hatıra fotoğrafı çektirelim. Ne olur ne olmaz. Birileri 50–100 yıl öncesindeki gibi kağnıları/öküz arabalarını yanına çeker de taşlarını evine götürür. Evinin,binasını temeline veya duvarına koyar. Belki bahçe duvarına yerleştirir. Hayal mi kurdum yoksa iftira mı ediyorum. Zanda mı bulunuyorum. Hayır. Filyos’ta oturanlara sorarsanız sözün ne olduğunu öğrenirsiniz. Ben duyunca çok fena oldum.
Neden bu şehrin kalıntıları arasında bir heykel, kabartma, çizgi, yazı ve kitabe yok diye düşünüyordum. Olmaz tabi. Neden olsun. “Hangi evin duvarındadır kim bilir” diye düşünmekten kendimi alamıyorum.
Bu düşünce ve iç boğuşmadan sonra iyice yorulduğumuzu ve acıktığımızı hissettik. Sahilde eski antik limandan kaleye gizli geçide girip çıktıktan sonra yeşillikler içinde suyu olan kale dibinde piknik alanına ulaştık. Dinlendik ve güzel bir afiyetlendik.
Ardından biraz voleybol, biraz futbol, biraz güreş vaktin geçmesini sağladı. Buradaki planlanan zamanımız doldu. Hadi beyler yolcu yolunda gerek dedik çıktık yola.
Çayır Mağarasına gitmek üzere bastık gaza.
Kalanını bir sonraki yazımıza. Şimdilik hoşça kalın. Ümitsiz kalmayın.
n